Tel Toka

Yaşamak Ağır Bastığında..

Merhaba Sevgili Okur;

Dağınık Topuz sitesinde kaleme aldığım ilk yazım ile buradayım. Kalemi-kağıdı veya klavyeyi eline alan herkesin yazar olduğu dönemde bende kalemi ele aldım. Neden bu kadar eleştiri yağmuruna tutulur şu kalemi eline alıp bu işe koyulan insanlar anlamamışımdır. Hayata dair bir şeyler üretmeyen insanların, kendini , yaşamı, dünyayı ifade etmeye çalışan insanlar üzerinde tahakküm kurması kadar korkunç çok az şey vardır gözümde.

Yoğun bir hayat koşuşturması içindeyken sevgili bir dostumdan aldım yazma teklifini. Yoğun bir programın ardından nefes alma durağı olsun istedim ve kabul ettim.

Velhasıl başlayalım o halde. Üsküdar vapur iskelesi karşısında bankta oturuyorum kulaklığımdan kulağıma bir müzik melodisi: Chopin-Spring Waltz. Vapurdan inen insanların hayat telaşesi karşısında kendi hayat muhakemimi yapıyorum . “ En sevdiğim şeyler nedir?” sorusunu soruyorum , ardına onlarca cevap ekliyor sonra cevapları kendi arasında yarıştırıyorum “birinci sırada ki hangisi?” diye. İş çıkmaz bir hal alıyor ve her şeyden öte en başa “Yaşamak” olduğuna karar kılıyorum. Yıllar önce yazdığım herkesten sakladığım yazımı arıyor ve siz okurlara sunuyorum:

Doğumumuzdan itibaren yazmaya başladık hayatımızın öyküsünü. Silgi yasaktı. Hatalarımızı, acılarımızı,yanlış insanları,söylediğimiz yanlış cümleleri, bulunduğumuz yanlış yerleri ve zamanları, silip baştan yazayım diyemeden yazıyorduk öykümüzü.Yazıyorduk bir an bile durmadan, saniye saniye yazıyorduk o kadar acele yazıyorduk ki, durup yazdığımız öyküyü okumaya fırsatımız kalmıyordu. Yazarken bencildik, fedakârdık, korkaktık, cesurduk, heyecanlıydık, üzgündük, mutluyduk ama her şeye inat yazıyorduk. Bazen başkalarının doğrularıyla yazıyorduk. Bazen de kendi öykümüzü o kadar mükemmel buluyorduk ki başkalarının kalemlerini beğenmeden onların öykülerini kendi kalemimizden yazmaya çalışıyorduk. Öykümüzde büyük harflerle yazılmış bölümler gibi silik yazılmış bölümlerde vardı. Kendi öykümüzü beğenmesekte, çoğu zaman kalemimizi beğeniyorduk Çünkü kalemimiz anlıktı ve bencildi. Kimimizin kalemi güçlüydü, ısrarcıydı, emindi… Kimimizin ki ise pasifti, silik yazıyordu başka kalemlere muhtaçtı. Öykümüzde noktalama işaretlerini de kullanıyorduk. Ama noktayı sadece bir kere kullanıyorduk. An geliyordu o noktayı koymak için acele ediyorduk. Deniyorduk.. Nokta, nokta değil virgül oluyordu, ünlem oluyordu. Nokta başka işaret olunca kaldığımız yerden devam ediyorduk yazmaya. Kimimiz yazmayı sevsede noktayı koymaktan korkmuyordu. Kimimiz ise hep karamsar yazsada, noktayı koymakta çekingendi ama hepimiz biliyorduk ki ne kadar uzun yazsak da noktayı elbet bir gün koyacaktık.

Bir kitapta okumuştum yazıyı bitirirken alıntısını yapmak isterim Yusuf Atılgan’ın Anayurt Otelinden noktayı koymak için acele eden Zebercet için yazmıştı: “ Sağdı daha her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılanacak gibi değildi bu özgürlük. Ayaklarıyla masayı itip aşağıya yuvarladı ; bir an boşluğa düşerken durdu. Gözleri, ağzı açık, bacakları gerilerek, çırpınarak sallanırken kollarını kaldırıp başının üstünden ipi tutmaya uğraştı. ( Ne oldu ? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Yada yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağınını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu? ) ”

Vera

İstanbulda yaşayan șiiri ve kedileri seven biriyim.. Bize dair en yabancı olan șeyin isimlerimiz olduğuna inanırım. Hayatımıza dair seçim hakkı sunulmayan şeylerden bir tanesidir. Bu yüzden adımı boșverin siz bana Vera deyin. Sevgilere..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu